Osmanlı askeri tarihi üzerine bir yazı yazmaya hazırlanırken karşıma çıkan zihin açıcı bir çalışma olarak Bilim ve Sanat Vakfı, Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin yayınladığı “Notlar 23” adlı derleme Osmanlı askeri tarihi üzerine tartışmalı konuların ele alındığı, çeşitli konularda sunumların yayınlandığı fikir vermek ve ne tartışıldığını görmek açısından rehber niteliğinde olduğu söylenebilir. Buradan hareketle, Osmanlı askeri tarihi alanında tartışmalar temelde Osmanlıların, Avrupalı hasımlarına karşı öncelikle askeri üstünlüğünü nasıl sağladığı sonrasında ise uzun savaşların yer aldığı dengelenme döneminden sonra bu üstünlüğü nasıl kaybettiği üzerine kurulmaktadır. Osmanlıların art arda askeri zafer kazandıkları dönem büyük ölçüde ateşli silahların etkin kullanımına bağlanılırken, askeri üstünlüklerini kaybedişleri özellikle Bernard Lewis, Carlo Cippola ve Paul Kennedy gibi tarihçiler tarafından İslam’ın yeniliklere olan muhafazakâr tavrı, Avrupa’daki teknolojiyi geriden takip ettikleri ya da Batı Avrupa devletlerinin yaptığı askeri, siyasi, ekonomik ve teknolojik atılıma bağlanarak açıklanmaktadır.
Fitilli Tüfekleri Yaylım Ateşi Taktiğinde Ateşleyen Askerler |
Osmanlı askeri tarihi üzerine çalışmalarıyla son dönemde dikkat çeken Gabor Agoston, Osmanlıların 17.yy sonlarına kadar Avrupalı hasımlarıyla teknolojik açıdan hemen hemen aynı düzeyde olduğunu yeniliklere İslami muhafazakar bir refleks göstermekten çok bu konuda pragmatik davrandığını söylemektedir. Agoston’a göre zaten teknolojik olarak ilerde olmak sadece savaş kazanmaya yetmez bununla kısa süreli başarı sağlansa bile bu uzun vadeye yayılamayacaktır ona göre savaş sadece meydanda yapılan bir muharebeden daha fazlasını ifade eder çünkü finansman, lojistik, mobilizasyon yani kısacası çok boyutlu bir organizasyon yeteneği ile savaş sanayisini gerektirir. Agoston’un sunumunda yeni askeri tarihçilik olarak adlandırılan teorik ve metodolojik bakış açısından faydalandığını öğreniyoruz. Bu akımla ilgili Kahraman Şakul’un “Yeni Askeri Tarihçilik” adlı yazısı dikkate değerdir. Şakul yazısında askeri tarihin belli bir zümrenin “biz” ve “onlar” üzerine kurguladığı bakış açısıyla bilimsellikten uzak bir yapıdan nasıl siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal boyutlarıyla ele alınan bir yapıya dönüştüğünü bunun başarılı örneklerinin bizim tarihçiliğimize Gabor Agoston ile Rhoads Murphey gibi tarihçiler aracılığıyla tartışmaya açıldığını söylemektedir.
Agoston’un “culturation” olarak tanımlanan teknolojik alış-verişin çeşitli şekillerde sürdüğünü söylediği ve Osmanlıların Avrupa’daki değişiklikleri takip ettiği aslında “taife-i efrenciyan” adıyla bilinen grupla ilgili ayrıntılı bilgileri Salim Aydüz’ün “Taife-i Efrenciyan” adlı yazısı ve Rhoads Murphey’nin “Osmanlıların Batı Teknolojisini Benimsemedeki Tutumları Efrenci Teknisyenlerin Sivil ve Askeri Uygulamalardaki Rolü” adlı yazısında buluyoruz. Salim Aydüz’ün yazısında Osmanlı silah envanterindeki isimlendirmelerden yola çıkarak etimolojik açıdan silahların dolayısıyla da teknolojinin nereden geldiğinin izleğini sürmekte ve Osmanlı ordusunda çeşitli alanlarda görev alan Avrupalılardan bahsetmektedir. Ayrıca Osmanlıların kuşatma alanında topları dökmek gibi pratik uygulamalara gittiklerinden hareketle büyük top meraklarının olduğu ve bunları kuşatma alanına götüremedikleri için başarısız oldukları gibi anlatıları da sorgulatmaktadır. Rhoads Murphey ise Osmanlıların Yahudiler ve dışlanmış çeşitli Hıristiyan mezheplerine sığınma hakkı vermesinin teknoloji transferine yardımcı olduğunu belirterek Osmanlılar ile Avrupa arasında karşılıklı bilgi transferinin varlığına dikkat çeker. Elbette burada bir soru tartışılmaya değerdir. Osmanlı sarayına bağlı askeri ve birçok alandaki gelişmeleri takip eden maaşlı bir zümre varsa ve bunlar sayesinde Osmanlı teknolojisi sürekli güncelleniyorsa 17.yy’ın sonlarında Osmanlıların II. Viyana Kuşatması sonrasında başlayan yenilgiler dizisi hatta 18.yy’da Avrupa arenasına çıkan Rusya’ya karşı alınan yenilgiler nasıl açıklanabilir? Burada savaşın çok boyutluluğuna vurgu yapmak yerinde olacaktır. Askeri disiplin, lojistik, mobilizasyon, istihbarat ve eğitim gibi birçok faktör bir araya gelince yenilgiler kaçınılmaz olmuş olabilir.
Teknoloji alış-verişi meselesi tarihin lineerliği ve Batı’nın yükselişiyle diğerlerin gerilediği fikrine dayanan “ilerlemeci paradigma” nın aşındırılması açısından da önemli bir mesele gibi durmaktadır. Batı-dışı toplumların dini taassup ya da yönetici elitler arasındaki çekişmeler nedeniyle teknolojik yenilikleri kabul etmekte zorlandıkları ya da zaten durağan oldukları gibi yaklaşımlar bulunmaktadır. Ancak Batı-dışı toplumlar arasında da bir teknoloji alış-verişinin olduğu bilinmektedir. Giray Fidan’ın “Çin Kaynaklarına Göre 16.yy Osmanlı-Çin İlişkileri ve Çin’deki Osmanlı Ateşli Silahları” tezi ve Kenneth Chase’in “1700’e Kadar Ateşli Silahlar Tarihi” kitabında Osmanlı askeri teknolojisine Avrupa ve Japon teknolojisine karşı bir denge unsuru olarak özellikle Çin’de ilgi duyulduğunu söylemektedir.
Osmanlı askeri tarihiyle ilgili tüm bu tartışmalarının bir özetini Özgür Kolçak’ın “XVII. Yüzyıl Askeri Gelişimi ve Osmanlılar” tezindeki “Askeri Devrim ve Osmanlılar” bölümünde bulmak mümkündür. Geoffrey Parker’ın “Askeri Devrim” tezi üzerinden yaylım ateşinin etkisi, yıldız kale inşasının bilinen kuşatma anlayışına yaptığı etki gibi konular Kolçak’ın tezinde Parker’ın “Batı’nın üstünlüğü” perspektifi eleştirilerek anlatılır. Ancak Parker’ın çok önem verdiği ve Batı’nın sonraki yüzyıllarda batı-dışı toplumlara uyguladığı şiddetin bir aracı olduğunu söylediği yaylım ateşi taktiğini 1620’lere kadar Hollanda ordusunda kullanıldığına dair bir kanıt bulamazken hem Parker’ın kitabının önsözünde hem de Günhan Börekçi, “Notlar 23” sunumunda 1605 yılında Macaristan’daki savaşı anlatan Topçular Kâtibi Abdulkadir Efendi’nin kitabında yaylım ateşi taktiğinin Osmanlı ordusunda kullanıldığına dair bir betimleme paylaşılır. Burada Osmanlı askerleri yaylım ateşi gibi karmaşık bir taktiği tatbik ederler. Bu tür bilgilerin ortaya çıkışı Osmanlı askeri tarihini incelemelerinin öneminin bir kez daha ortaya koymaktadır.
Askeri tarih denilince hala büyük oranda karada meydana gelen gelişmeler düşünülmekte ve deniz savaşları da deniz içerisinde kara savaşları olarak algılanmaktadır. Çok sayıda top taşıyan kalyonların sahneye çıkışı ve yaygınlaşmasına kadar kadırgalar Osmanlı deniz stratejisinin temelini oluşturuyordu. Bu geçiş sürecine ilişkin bilgileri İdris Bostan’ın “Osmanlılar ve Deniz” kitabında bulmak mümkündür. Uzun Girit Kuşatması sırasında başlayan geçiş denemi 1700’lerin başlarında tamamlanmıştır. Kalyonların ağırlık kazanması topların kullanımını artırmış bordalama taktiğinin yaygınlık kazanmasını sağlamıştır. Yıllar içerisinde ateşli silahların giderek daha fazla deniz savaşlarında etkili olduğu bir gerçektir. Yusuf Alperen Aydın’ın doktora tezi olan Osmanlı Denizciliği (1700-1770) adlı çalışmada Venedik ile yapılan savaş sırasında gerçekleşen donanmadaki yaralanmalara dair oluşturulan tablolar aracılığıyla ateşli silahların kullanımına dair bilgiler elde etmek mümkündür. Burada oluşturulan tablolarda yaralanmalara göre maaş bağlanmakta ve bu yaralanmaların ne sebeple meydana geldiği belirtilmektedir.
Sonuçta dünya savaş tarihi ateşli silahların bir parçası olduğu şiddetin hasımlarına düzenli ve kararlı bir şekilde uygulamadaki becerisiyle şekillenmektedir. Bu nedenle kara ve deniz savaşlarının tarihini öncesi ve sonrasıyla araştırmak özellikle de Osmanlıların hasımlarına üstünlük kurduğu ve sonra bu üstünlüğünü kaybetmeye başladığı dönemle karşılaştırılarak incelenmelidir. Elbette mekân demek aynı zamanda imkân demektir ve savaşlara konu olan alanların savaşların kaderine etkisi tarih ile pek çok bilimin işbirliğini gerektirmektedir. Bunun yanı sıra ateşli silahlar söz konusu olduğunda bu silahların menzilleri belirleyici hale gelmektedir. Eğitim, disiplin, lojistik ve mobilizasyon gibi etmenler de değerlendirilerek Osmanlı askeri tarihine yeniden bir bakış için Gabor Agoston gibi tarihçilerin Osmanlı büyük stratejisinin ortaya koyulması açısından yaptıkları çalışmalar dikkate değerdir.
Osmanlı Tüfekleri |
Bir Yıldız Kale |
Teknoloji alış-verişi meselesi tarihin lineerliği ve Batı’nın yükselişiyle diğerlerin gerilediği fikrine dayanan “ilerlemeci paradigma” nın aşındırılması açısından da önemli bir mesele gibi durmaktadır. Batı-dışı toplumların dini taassup ya da yönetici elitler arasındaki çekişmeler nedeniyle teknolojik yenilikleri kabul etmekte zorlandıkları ya da zaten durağan oldukları gibi yaklaşımlar bulunmaktadır. Ancak Batı-dışı toplumlar arasında da bir teknoloji alış-verişinin olduğu bilinmektedir. Giray Fidan’ın “Çin Kaynaklarına Göre 16.yy Osmanlı-Çin İlişkileri ve Çin’deki Osmanlı Ateşli Silahları” tezi ve Kenneth Chase’in “1700’e Kadar Ateşli Silahlar Tarihi” kitabında Osmanlı askeri teknolojisine Avrupa ve Japon teknolojisine karşı bir denge unsuru olarak özellikle Çin’de ilgi duyulduğunu söylemektedir.
Osmanlı askeri tarihiyle ilgili tüm bu tartışmalarının bir özetini Özgür Kolçak’ın “XVII. Yüzyıl Askeri Gelişimi ve Osmanlılar” tezindeki “Askeri Devrim ve Osmanlılar” bölümünde bulmak mümkündür. Geoffrey Parker’ın “Askeri Devrim” tezi üzerinden yaylım ateşinin etkisi, yıldız kale inşasının bilinen kuşatma anlayışına yaptığı etki gibi konular Kolçak’ın tezinde Parker’ın “Batı’nın üstünlüğü” perspektifi eleştirilerek anlatılır. Ancak Parker’ın çok önem verdiği ve Batı’nın sonraki yüzyıllarda batı-dışı toplumlara uyguladığı şiddetin bir aracı olduğunu söylediği yaylım ateşi taktiğini 1620’lere kadar Hollanda ordusunda kullanıldığına dair bir kanıt bulamazken hem Parker’ın kitabının önsözünde hem de Günhan Börekçi, “Notlar 23” sunumunda 1605 yılında Macaristan’daki savaşı anlatan Topçular Kâtibi Abdulkadir Efendi’nin kitabında yaylım ateşi taktiğinin Osmanlı ordusunda kullanıldığına dair bir betimleme paylaşılır. Burada Osmanlı askerleri yaylım ateşi gibi karmaşık bir taktiği tatbik ederler. Bu tür bilgilerin ortaya çıkışı Osmanlı askeri tarihini incelemelerinin öneminin bir kez daha ortaya koymaktadır.
Askeri tarih denilince hala büyük oranda karada meydana gelen gelişmeler düşünülmekte ve deniz savaşları da deniz içerisinde kara savaşları olarak algılanmaktadır. Çok sayıda top taşıyan kalyonların sahneye çıkışı ve yaygınlaşmasına kadar kadırgalar Osmanlı deniz stratejisinin temelini oluşturuyordu. Bu geçiş sürecine ilişkin bilgileri İdris Bostan’ın “Osmanlılar ve Deniz” kitabında bulmak mümkündür. Uzun Girit Kuşatması sırasında başlayan geçiş denemi 1700’lerin başlarında tamamlanmıştır. Kalyonların ağırlık kazanması topların kullanımını artırmış bordalama taktiğinin yaygınlık kazanmasını sağlamıştır. Yıllar içerisinde ateşli silahların giderek daha fazla deniz savaşlarında etkili olduğu bir gerçektir. Yusuf Alperen Aydın’ın doktora tezi olan Osmanlı Denizciliği (1700-1770) adlı çalışmada Venedik ile yapılan savaş sırasında gerçekleşen donanmadaki yaralanmalara dair oluşturulan tablolar aracılığıyla ateşli silahların kullanımına dair bilgiler elde etmek mümkündür. Burada oluşturulan tablolarda yaralanmalara göre maaş bağlanmakta ve bu yaralanmaların ne sebeple meydana geldiği belirtilmektedir.
Sonuçta dünya savaş tarihi ateşli silahların bir parçası olduğu şiddetin hasımlarına düzenli ve kararlı bir şekilde uygulamadaki becerisiyle şekillenmektedir. Bu nedenle kara ve deniz savaşlarının tarihini öncesi ve sonrasıyla araştırmak özellikle de Osmanlıların hasımlarına üstünlük kurduğu ve sonra bu üstünlüğünü kaybetmeye başladığı dönemle karşılaştırılarak incelenmelidir. Elbette mekân demek aynı zamanda imkân demektir ve savaşlara konu olan alanların savaşların kaderine etkisi tarih ile pek çok bilimin işbirliğini gerektirmektedir. Bunun yanı sıra ateşli silahlar söz konusu olduğunda bu silahların menzilleri belirleyici hale gelmektedir. Eğitim, disiplin, lojistik ve mobilizasyon gibi etmenler de değerlendirilerek Osmanlı askeri tarihine yeniden bir bakış için Gabor Agoston gibi tarihçilerin Osmanlı büyük stratejisinin ortaya koyulması açısından yaptıkları çalışmalar dikkate değerdir.