13 Eylül 2013 Cuma

Akdeniz Satranç Tahtası


Akdeniz Satranç Tahtası
Akdeniz kıtaların siyasi etkileşimde bulunmaya başlamasından 16.yy'ın sonlarına kadar dünya iktidarının merkezinde yer almıştır. Burada yaşayan insanlar farklı zamanlarda ve biçimlerde de olsa dünyanın diğer bölgelerine nüfuz etmiş ve egemen olmuş bu süreçte özel konuma erişen Akdeniz devletlerinden her biri dünyada yaşanan iktidar çekişmesinde ya etkin rol oynamışlardır ya da bu çatışmaların yaşandığı bir arenaya dönüşmüşlerdir. Bu çekişmenin siyasi, ekonomik, askeri, teknolojik ve dini olmak üzere çok boyutlu bir hal aldığı 16.yy da Akdeniz,  üstünlük mücadelesinin oynandığı bir satranç tahtasını andırıyordu ve mücadele jeopolitik çıkarların stratejik idaresini de içeriyordu. Her ne kadar 18. yy’dan itibaren  İngiltere ve Hollanda ile Rusya gibi ülkeler büyük güç olarak belirse de Akdeniz in jeopolitik önemi kaybolmamış yükselen güçler de bu bölgeye ilgilerini hiç saklamamışlardır. Tarihsel olarak, 16.yy Dünyasına bakıldığında Osmanlı gibi yükselen bir gücün varlığı yükselen güçle o an varolan egemen güçler arasında çatışmalara yol açar. Bu nedenle 15. yy’dan başlayarak Osmanlıların Akdeniz’deki etkilerinin incelenmesi önemlidir.

 Osmanlıların Akdeniz sahnesine çıkışıyla birlikte Venedik ile Ceneviz’in 'dalgalara hükmettiği' fikrine meydan okumaya başlamıştı. Osmanlıların artan jeopolitik hırslarını destekleyen unsur ise ateşli silahlardı. Osmanlı deniz stratejisi kıyıların yanı sıra başlıca ticaret yollarını korumaya odaklanmıştı. Bununla birlikte dar kapsamlı bir bakış açısına sahip değildi; Osmanlı sultanına bağlı olduğu bilinen korsanlar Akdeniz in dört bir köşesinde Sultan’ın çıkarlarını korumak ve düşmanlarını cezalandırmak için an kolluyorlardı. Venedik ile yapılan savaşlar Osmanlıların teknolojik olarak daha dinamik olduklarını kanıtladı. Özellikle Doğu Akdeniz de olmak üzere Ceneviz den sonra Venedik etkisi de giderek zayıfladı ve ellerindeki stratejik önemdeki adaları birer birer kaybettiler. Bu dönemde, Osmanlı gemi teknolojisi Venedik gemilerini taklit ederek daha sonra daha etkili gemiler yaparak giderek güçlendi denizcilikte de Cenevizliler Osmanlıların oluşturdukları modele örnek oldular. Buradaki mücadele Venedik’in ekonomik olarak zayıflamasını Katolik dünyadan kendisine yeni müttefikler aramasına yol açtı. 16.yy boyunca Venedik’in başını çektiği ve Osmanlılara karşı kurulan Kutsal İttifaklar açısından acı gerçek Osmanlılara karşı kapsamlı bir saldırı başlatabilecek düzeyde işbirliği sağlasalar bile bunun güç dengesi düşünüldüğünde intihar niteliğinde sayılabilecek bir hamle olacağıydı. Genellikle savaşların nedenleri arasında siyasi isteklerin karşı tarafa kabul ettirilmesi yatmaktadır ama 1571 İnebahtı yenilgisi sonrası kazanan tarafın değil kaybeden tarafın isteklerini kabul ettirdiği görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında Osmanlılar, Akdeniz satranç tahtasında başat bir güç olarak varlıklarını sürdürmekteydiler. Ancak tüm hırslarına rağmen Osmanlılar, Avrupa’yı kontrol etmedi; Fransaya destek vererek Habsburg gücünü dengeledi. Akdeniz’i kontrol etmedi Katolik ittifakına karşı dengeledi. Bu sayede Hollandalıların ve İngilizlerin Akdeniz’e girişini destekledi. İstikrarlı bir Akdeniz Osmanlıların çıkarınaydı bu ticari, askeri, ekonomik dengenin korunması için de önemliydi.

 Osmanlıların, Akdeniz’de sahneye çıkışı sonrası rakibi olan Venedik’in etkisinin kırılmasının ardından bir başka güç, özellikle Akdeniz’in batısında etkin olan İspanya ile rekabeti başladı. İspanya, 17. yy sonlarına kadar zirvedeki Avrupa güçlerinden biriydi. 15. yy sonlarında küresel hırsları olan büyük denizaşırı sömürgeci güç olarak ortaya çıkmıştı. Din bu dönemde birleştirici doktrindi ve yayılmacı çabalar için kaynak teşkil ediyordu. Ancak zamanla Akdeniz’de Osmanlılar, Atlantik’te İngiltere Fransa ve Hollanda’nın karşı çıkışlarıyla İspanya ne Avrupa’da ne de okyanuslarda gerçek bir üstünlük sağlayabildi. Portekiz ise İber yarımadasının batısında neredeyse Avrupa’nın geri kalanından soyutlanmış bir ülkeyken 15. yy sonundan itibaren Hint okyanusuna kadar uzanan erişim ve kontrol gücüne sahip olmuştu. Osmanlılar için Portekiz ile mücadele Akdeniz’den çok Hint okyanusunda önem kazanıyordu. Hint Okyanusunda yapılan hamleler Osmanlıların "rüzgârlara hükmetme" ve bunun sonucunda küresel bir güç olma iddiasını sürdürmeleri açısından önemliydi. Portekizlilerin, İslam’ın Kutsal saydığı mekânlara saldırı teşebbüsü ve Baharat ticaretinin güvenliği Osmanlıların ilgilerini bu bölgeye kaydırdı. Bugün pek çok Arap tarihçinin sorduğu bir soru meşhurdur: “Osmanlılar neden Yemen ve Hürmüz gibi Müslüman olan bölgeleri ele geçirmek için uğraştılar da Endülüs’ten yapılan açık yardım çağrılarını görmezden geldiler?” Bu soru şu şekilde cevaplanabilir: Osmanlılar ve Dünya tarihi açısından hangisi daha önemlidir? Endülüs mü, yoksa Yemen ile Hint Okyanusuna bakan Arap topraklarının fethi mi? Öfkeli, kendi ülkelerini idame edemeyen bir avuç Gırnatalı mı yoksa kadim Arap topraklarıyla Mekke ve Medine gibi kutsal toprakların korunması mı? Şüphesiz büyük devletlerin öncelikleri arasında küçük müttefikleri için intihar etmek yoktur. Kaldı ki Osmanlıların, Endülüs’te yaşayan Müslüman ve Hıristiyanları tamamen yalnız bıraktığı da söylenemez.

 Osmanlı genişlemesi, askeri gücün tam zamanında toplanması ve hızlı hareket etme kapasitesi ve bu kapasiteyle birleştirilen üstün askeri taktikleri zekice ve acımasızca uygulaması organize bir ekonomik ve mali sistem gerektiriyordu. Osmanlıların kuruluşu, Akdeniz’i çepeçevre saran coğrafyada neredeyse hiçbir şey bırakmadan aniden kaybolan imparatorluklar ardından güç boşluğunu kim dolduracaktır ve buradaki karasal üstünlük denizlerdeki faaliyetlerle desteklenmedikçe başarılı olabilir mi gibi sorulara da cevap veriyordu. Daha açıkça ifade etmek gerekirse, Bizans’ın bıraktığı mirasın üzerinde Osmanlı gücü inşa edilirken acaba güç boşluğu nasıl doldurulacaktı ya da neden Balkanlardan bir güç çıkıp bu boşluğu dolduramadı ya da Anadolu’da Karamanoğulları bunu başaramadılar. İşte hususta sorulması gereken sorular zihin açma işlevi görmektedir.

 Çağdaş standartlar açısından bakıldığında ise günümüzün bölgesel hatta süper güç olma iddiasındaki Türkiye Cumhuriyeti ile kıyaslandığında, Osmanlılar küresel bir güç iddiasında bulunan bölgesel bir güçtü. Türkiye Cumhuriyeti ise bölgesel güç iddiasından bulunan orta sıklette bir devlettir.