3 Aralık 2013 Salı

Anadolu ve İran’a Seyahat Josaphat Barbaro Seyahatnamesi Üzerine

 İletişim ve ulaşım teknolojilerinin yeterince gelişmediği dönemlerle seyahatnameler, uzak diyarlar hakkında bilgi veren, zihinlerde fikirler ve imgeler oluşturan başlıca bilgi kaynağı olarak görülmüşlerdir. Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen seyyahların, Anadolu başta olmak üzere dünyanın doğusu sayılan yerler hakkındaki anlatımları seyahatnameleri bir yolculuk hikâyesi olmaktan çok, geniş ölçüde, bu bölgelerde yaşayan halkların dilleri, dinleri, devlet idareleri, gelenekleri, günlük yaşamları ve mimarî anlayışları üzerine bilgi veren kaynaklar haline dönüştürmüşlerdir. Ancak zamanla seyahatnameler sadece gezilen görülen yerler hakkında bilgi vermekle kalmamış, o yerlerin ‘nasıl görülmesi’ gerektiği konusunda da hem Batılı hem de Doğulu zihinlerde derin izler bırakacak imgeler oluşturmuş böylece günümüzün Doğu-Batı ilişkilerini ve tarih algısını şekillendirmede rol oynamışlardır. Bu bağlamda Venedikli seyyah Josaphat Barbaro’nun seyahatnamesi, 15. yüzyılda Kırım Tatarları, Anadolu ve İran’a yaptığı yolculuklar geçtiği yollar, kaldığı konaklar ve şehirler hakkında bilgi vererek, görgü tanığı olduğu olayları anlatması bakımından önemlidir. İki bölümden oluşan kitapta, Jasophat Barbaro’nun önce tüccar olarak daha sonra da elçi olarak doğuya yaptığı iki yolculuk yer alır. İlk bölümde, 1436 ile 1452 yılları arasında Karadeniz‘in kuzeyindeki Tatarlar arasına yaptığı yolculuğu anlatmaktadır. İkinci bölümde ise Osmanlı-Venedik rekabetinin hız kazandığı bir dönemde Venedik elçisi sıfatıyla 1474-1478 yılları arasında Anadolu üzerinden İran’a gerçekleştirdiği yolculuk yer alır. Eser, İlk olarak 1543’te İtalya’da yayınlanmış uzun zaman sonra 1873’te İngilizceye ve 1972’de de Farsçaya çevirisi yapılmıştır. Türkçeye ilk çevirisi ise 2005 yılında yapılmıştır.

 Josaphat Barbaro seyahatnamesinin ilk bölümünde Tatarların ve bölgede yaşayan diğer halkların, siyasi, sosyal, askeri, ekonomik ve kültürel özellikleriyle ilgili bilgilere yer verilmektedir. Ardından Tatarların günlük yaşamları, sosyal ve kültürel özellikleri, gelenek ve görenekleriyle ilgili bilgiler yer almaktadır. Bu özelliğiyle eser, dönemin kültür tarihine bir kaynak niteliği taşımaktadır.  Barbaro’nun diplomat ve tüccar olması nedeniyle para, ticaret ve diploması ile ilgili konulara öncelik verdiği görülmektedir. Tatar ülkesinin verimli bir ülke olduğundan ve ülkedeki tarımsal üretimin mahiyetinden bahsedilen bölümde Kırım ve Azak Denizi çevresindeki yerleşimlerle ilgili saptamalarda bulunularak; bu bölgede bulunan Ceneviz kıyı şehirlerinin özelliklerinden ve bölgede yaşayan Cenevizli ve Venedikli tüccarların ticari faaliyetleri ile halkın gündelik yaşamları hakkında da bilgiler verilmektedir. Tatar ülkesindeki halkın dini inançları ile ilgili bilgiler verilerek Tatarların İslamiyet’e geçişiyle ilgili kısa ve özlü bilgilere yer verilmiştir. Ayrıca İslamiyet’in kabulüne rağmen bazı Tatarların hala Şamanizm ile ilgili birtakım gelenek ve inançlarını sürdürdükleri, hatta bunların sayıca çok fazla oldukları bildirilmektedir. Yine bu bölümde Tatar ordusunun faaliyetleri, ordunun sefer halinde nasıl beslendiği, orduda çıkan davaların nasıl çözüme kavuşturulduğu gibi konulardan da bahsedilmektedir. Eserde Tatar ülkesiyle diğer ülkeler arasında yapılan ticaretin mahiyeti hakkında çeşitli bilgiler verilerek; İran ile yapılan hayvan ticaretine, Suriye ile yapılan ipek ticaretinde Astrahan şehrinin stratejik önemine, yine Volga ırmağının Tatar ülkesiyle Moskova arasında yapılan tuz ticaretinde ulaşımın sağlanması açısından nasıl kullanıldığına değinilmektedir. Böylece dönemin ticaret yolları üzerinde fikir sahibi olmamıza yardımcı olmaktadır. Ayrıca bütün Ortaçağ boyunca Çin, Türkistan ve Rusya arasında çok önemli bir ticaret yolu olan Kuzey Kürk Yolu’ndan ve bu yolun Tatar-Rus ticaretindeki önemine vurgu yapılarak kuzeydeki Kazan şehrinden ve bu şehrin o dönemde büyük bir alışveriş merkezi olduğundan söz bahsedilmektedir. Ona göre hiçbir coğrafi bölge birbirinden kopuk izole edilmiş bir halde değildir; aksine çeşitli şekillerde birbirleriyle iletişim halindedir. Dönemin Tatar ülkesindeki iç siyaset hakkında da önemli bilgileri bulabileceğimiz eserde Tatar prensleri arasındaki mücadeleler, ülkedeki siyasi karışıklıklar ve bunların Osmanlı-Tatar ilişkilerine yansımaları ve hatta Osmanlıların bölgede etkin olma çabalarına değinilmektedir. 
Kafkasya coğrafyasından bahsedilen bölümde burada yaşayan Çerkezlerin kökeni, dini inançları ve yaşam biçimleri hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Ayrıca bir diğer Kafkas kavmi olan Gürcülerin coğrafi ve tarımsal uğraşları, yaşam biçimi ve fiziksel özellikleri ile ilgili bilgiler de verilmektedir. Kuzeyde yaşayan Rusların bölgedeki nüfuz mücadelesiyle ilgili bilgilerin bulunduğu eserde Rusların o dönemde Tatar Hanlığına bağlı oldukları ve onlara vergi ödedikleri anlatılmaktadır. Moskova şehrinden ve bu şehirde yaşayan halkın kültürel ve dini özelliklerinden, yiyecek ve içeceklerini nelerden temin ettiklerinden bahsedilmektedir. Ayrıca Moskova’dan sonra yine bir Rus şehri olan Novgorad’ın Moskova Dükü tarafından ele geçirildiği bildirilerek; bu şehrin mevkii, büyüklüğü, şehirde yaşayanların dini inancı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Jasophat Barbaro, eserinin bu ilk bölümünün sonunda Moskova ve Polonya arasındaki mesafenin ne kadar olduğundan, yolun durumundan ve bu yol üzerindeki şehirlerin çeşitli özelliklerinden bahsetmektedir. Polonya Kralı onun ve ülkesinin dini ile ilgili bilgiler verildiği bölümde, Moskova ile Almanya arasındaki ülkeler tanıtılarak eserin birinci kısmı seyyahın Almanya’ya varmasıyla sona ermektedir. 

Yazar bu bölümde, uzak ülkelerde gelenek ve görenekleri farklı vahşi kavimler ve medeni olmayan insanlar arasında bulunduğundan bahsetmektedir. Doğu’ya dair birçok değerlendirmesinde “biz” ve “öteki” kurgusu yer almaktadır. Ona göre “biz” Batılı, Venedikli, Cenevizli, kentli, okur-yazar, görgülü, yardımsever, düşünceli ve iyi kalplidir. Buna karşılık “öteki” ise tembel, kirli, vahşi ve görgüsüzdür. Ona göre akılsız ve kâfir dinli bir halk eğer Katolik olursa akıl ve adalet onlar arasında hüküm sürebilirdi. Yazar yine bu bölümde Batılı gezginlerin seyahatnamelerinde yer alan “Doğu’nun zenginliği” imgesini toprağın verimli olduğu bire karşılık bin ürünün alınabileceği, en güzel atların burada bulunduğu, tuz gibi o dönemin değerli ürünlerinden bolca bulunduğu gibi anlatımlarıyla pekiştirmektedir.
Seyahatnamenin ikinci bölümü, seyyahın Venedik Cumhuriyeti’nin elçisi olarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a gönderilmesi ile Anadolu ve İran’ın o dönemdeki siyasi, sosyal ve ekonomik durumları ile ilgili verdiği bilgilerden oluşmaktadır. İstanbul’un fethi sonrası, Balkanlarda, Anadolu’da ve çevre denizlerde Osmanlı etkinliğinin artırması tarihsel olarak yükselen güçle var olan egemen güçler arasında çatışmaları kaçınılmaz kılmıştır. Yükselen Osmanlı etkisine tepki olarak, Venedik Cumhuriyeti ve Akkoyunlu Devleti arasında ortak düşmanları Osmanlı Devletine karşı siyasi ve askeri ittifak geliştirildiği anlatılmaktadır. Barbaro, Akkoyunlu ülkesine götürülecek askeri mühimmat ve ekipmanın çeşitleri, sayısı, maddi değerinden bahsetmiştir. Ayrıca kaç gemiyle yola çıkıldığı, hangi Avrupa ülkelerinin bu donanmaya ne kadar gemiyle katıldığı ve yanlarındaki askeri birliğin sayısı ve silah donanımını da eserinde bildirmiştir. Yazar, bu gemilerin Anadolu’ya varıncaya kadar Akdeniz’de takip ettikleri seyrüsefer hakkında bilgiler vermiştir. Konvoyda bulunanların Anadolu’ya Karaman ülkesinin güneyindeki Taşeli bölgesinden çıktıklarını onları bu bölgede Karamanoğlu Kasım Beyin karşıladığını belirtir, burada konvoydaki bütün Avrupalıların güçlerini birleştirerek bölgedeki bazı kaleleri ele geçirdiklerinden ve Karamanoğlu Kasım Bey’e teslim ettiklerinden bahsetmektedir. 

Bu bölgenin sahil kesimindeki Silifke ve Tarsus şehirleriyle Çukurova bölgesindeki Adana şehri hakkında bilgilerin bulunduğu eserde, bölgenin coğrafi özellikleri ve bölgede yetiştirilen tarım ürünleri hakkında bilgiler verilmektedir. Yazarın tüccar olması nedeniyle bölgede yetişen ticari değeri olabilecek metalarla ilgilendiği görülmektedir. Aynı zamanda bir diplomat olması da eserde gezdiği yerlerin tarihi, Akkoyunlu başkentine kadar olan şehirler ve oraların yerel hükümdarlarıyla valilerinin kimler olduğuna dair tespitlerini zenginleştirmektedir. Bu bölüm şehircilik tarihi açısından da dikkate değerdir. Eserde yol üzerindeki Urfa, Mardin, Siirt ve Hasankeyf gibi şehirlerin coğrafi, sosyal ve mimari özeliklerinden bahsedilerek bu şehirlerden bazılarının (özellikle Urfa’nın) eski ve yeni durumları hakkında kıyaslamalara gidildiği görülmektedir. Yazar, o dönemin tasavvufi yaşamında önemli bir yer işgal eden, Anadolu ve İran’da geniş bir alanda faaliyet gösteren Kalenderilik ve Kalenderi dervişleriyle ilgili bilgilere de yer verilmiştir. 
Barbaro, Akkoyunlu başkentine vardığında Uzun Hasan’ın sarayının zenginliği, görkemli mimari yapısı ve sarayda hükümdarın huzurunda bulunan Akkoyunlu devlet erkânı ile aynı zamanda bu saraya gelen Hindistan ve diğer doğu hükümdarlarının elçileriyle onların yanlarında getirdiği değerli kumaşlar, mücevherler ve Avrupa’da bulunmayan hayvan türleri hakkında çeşitli bilgiler aktarmaktadır. Bu bölüm yine Batılı zihinlerdeki “Doğu’nun zenginliği” imgesine hitap edecek tarzdadır; sarayda elçiler için yapılan karşılama törenleri, zenginliğin uçsuz bucaksızlığı, verilen yemek ve diğer eğlencelerin mahiyeti Barbaro’yu oldukça etkilemiştir. Burada ayrıca pehlivanların yağlı güreşleri, kurtlarla pehlivanların güreşleri ve ok atıcılığıyla ilgili kültür tarihine yönelik önemli gözlemler sunar.

Uzun Hasan’ın Gürcistan seferine ve isyan eden oğlu Uğurlu Mehmet Bey üzerine yaptığı seferlere katılan seyyah, yapılacak bir askeri sefer için Akkoyunluların ordusunun çıkarabileceği asker sayısı ve bu ordunun sahip olduğu askeri donanım hakkında geniş çaplı bilgiler vermektedir. Ayrıca İsfahan, Yezd, Kaşan, Kum, Şiraz ve Hürmüz gibi şehirlerin çeşitli özellikleri anlatarak bu bölgenin deniz sınırını oluşturan Basra Körfezi ile Hindistan ve Çin’e giden deniz yollarından ve bu yolların deniz ticaretindeki stratejik öneminden bahsetmektedir. Gezgin İran’daki bu yolculuğu esnasında rastladığı antik uygarlıklara ait şehir harabeleri hakkında da bazı bilgiler vermektedir. Eserde İran’ın o devirdeki ekonomik özellikleri ve ülkeler arası ticareti hakkında da önemli bilgiler bulunmaktadır. Mesela Akkoyunluların Tatar ülkesiyle olan at ticaretinden, İran şehirlerinin Türkistan, Hindistan ve Türkiye ile olan ipek ticaretindeki öneminden bahsedilerek; Türkistan’dan Çin’den ve Hindistan’dan Anadolu’ya ulaşımın sağlanmasında bu şehirlerin önemi ve takip edilecek istikametler ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Eserden Anadolu’dan Çin’e kadar uzanan bir coğrafyada siyasi, ekonomik, kültürel ilişki ağını görmek mümkündür. Yine Şirvan’daki Şemahi, Derbent ve Bakü şehirleri ile daha kuzeydeki Gürcü ve Çerkez ülkelerinin coğrafi özellikleri ve bölge halkının inançlarıyla ilgili bir takım bilgilerin verildiği bu bölümde, bölgedeki Hıristiyanların bazı fanatik Müslümanlar tarafından sürekli saldırıya maruz kaldıkları bildirilmektedir. Seyyah, Akkoyunlu Hanedanına akraba olan Trabzon Rum İmparatorluğu’ndan bahsettiği kısımda, bu imparatorluğun hanedan ailesinin Akkoyunlular ve Bizans İmparatorluğu ile akrabalık derecesine değinmektedir. Uzun Hasan’ın sonunda Osmanlılara karşı savaşmaya niyetlendiğini gördüğünü ve bu nedenle Akkoyunlu sarayındaki görevini tamamladığını düşünen Venedikli gezgin, Akkoyunlu başkentinden ülkesine dönüş istikameti olarak, ilk başta Kafkaslar ve Tatar ülkesi güzergâhını seçmesine rağmen Tatar Hanlığındaki siyasi karışıklıklar dolayısıyla Akkoyunlu başkentine geri döndüğünü bu sıralarda Uzun Hasan’ın hastalandığını ve çok geçmeden vefat ettiğini anlatmaktadır. Kendisinin de o dönemde nispeten daha güvenli olan Erzincan-Halep istikametinden Beyrut şehrine ulaştığını, oradan da gemiyle Akdeniz üzerinden Venedik’e döndüğünü belirtmektedir. Seyyah, eserinin sonunda Tatar ve Akkoyunlu ülkesine yaptığı seyahatler sonucu Türkler, Türk ülkeleri ve Doğu uygarlığı hakkındaki edindiği izlenimlerini ve kişisel değerlendirmelerini aktararak seyahatnamesini sonlandırmaktadır.

 Venedikli zadegân bir aileye mensup tüccar ve diplomat Josephat Barbaro’nun bu seyahatnamesi para, ticaret ve diploması ile ilgili konulara öncelik vererek, yol güzergâhlarını, gördüğü belirli olaylara ayrıntılarıyla eğilip, toplum yapısı, gelenekler ve kurumlar hakkında bilgi veren bir serüven kitabı niteliğindedir. Ayrıca bu seyahatname, o dönemde ve o bölgede yaşayan toplumların, toplulukların çeşitli açılardan görünümünü vermesi açısından da önemlidir. O dönemde Osmanlı etkisine karşı Venedik ile Osmanlıların Anadolu’daki rakibi olan Karamanoğulları ve Akkoyunlu Devletleri işbirliğiyle gelişen olaylar Barbaro’yu İran’a kadar sürüklemiştir. Genel olarak bakıldığında seyahatnameler, bir yabancı gözlemcinin bir ülkede gördüğü olayları ve izlenimlerini anlatan, resmî niteliği sorgulanmaya açık eserler olarak değerlendirilirler. Ancak, seyahatnamenin başka kaynaklardan derleme ve kopya değil, bizzat yazarının gözlemlerine dayanması yine yazarının kişiliği, gözlem gücü, bölge diline ve kültürüne yakınlığı, saray çevresiyle ilişkisinin seyahatnamenin niteliğine doğrudan etki ettiği görülmektedir. Özellikle XV. yüzyıldan itibaren Osmanlıların, Avrupa'nın siyaset ve politika hayatında yer almaya başlamasıyla, özellikle Anadolu ve çevre coğrafyalarda neler olup bittiğini anlamak açısından bu seyahatnamenin rehberliği önemli sayılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder