Özelde Osmanlı tarihi genelde ise Dünya tarihi
değerlendirildiğinde "ilerleme" ve "geri kalma" meseleleri
hep tartışıla gelmektedir. Bazı tarihçiler batı-dışı toplumların, batı
askerî teknolojisini ne ölçüde alırlarsa alsınlar, kültürel ve sosyal altyapılarının
uyumsuzluğu yüzünden bu teknik yeniliklerin doğasını kavramayı başarıp askerî
sahada doktrinsel ve stratejik bir dönüşümü sağlayamayacaklarını
söylemişlerdir.
16.yy sonu Osmanlı topu |
Bazıları ise batı tarzı ordular kurulabilmesi için batılı değer ve kurumların ithalinin şart olduğunu kabul etse de, özellikle Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde yaşanan modernleşme çabalarını samimi bulur ama batı-dışı toplumlarla batı arasında makasın ne zaman açıldığını görmemiz bu tartışmaları daha anlamlı kılacaktır. Osmanlılar özelinde 18.yy'ın sonunda kadar arada ciddi bir fark olmadığı görülmektedir. Yani bizim 1578 de Sokullu'nun ölümü ile başlattığımız "duraklama" dediğimiz dönemde gerçek anlamda bir "duraklama" dönemi sayılmayacağı gibi tarihe "ilerlemeci" anlayışın gözünden bakmak da meseleyi tam anlamıyla kavramamıza yardımcı olmamaktadır. Üstelik Osmanlılara rakip olmuş devletlerin tamamı er ya da geç ya tarih sahnesinden silinmiş ya da çeşitli formlarla varlıklarını sürdürmek durumunda kalmışlardır. Bu nedenle öncelikle yapılacak şey devletlerin dünyanın sonunda kadar yaşayabileceği fikrini akıllardan çıkarmak olmalıdır. Osmanlıların yeni teknolojileri takip etmediği bu nedenle geri kaldığı fikri artık aşınmakta olan ön yargılar hanesine yazılmalıdır. Bugün yaşlı kuşaklar hala Osmanlı'nın tüfek yapamadığını zannetmektedir üstelik geri kalmanın referansını da dini taassuba ya da padişahların zevk ve sefa içerisinde yüzerken memleket meselelerine ilgisiz olmalarına yormuşlardır.
Estergon Kuşatması 1543 |
Ancak Osmanlı sultanları, en başından beri, batı
teknolojisini imparatorluğa çekebilmek adına yabancı uzmanlar istihdam etmeye
razı olmuşlardı. Bu maksatla, Osmanlı sarayında hizmet eden tâ’ife-i
efrenciyân adı verilen bir grup bile mevcuttu. Osmanlı idarî ve iktisadî yapısı, kendine mahsus
bilimsel icatlar ve yenilikler ortaya koyabilme yeteneğinden yoksun olsa bile; Osmanlı hazinesinden geçimini sağlayan “Frenk”ler, batı teknolojisini
yakından takip edip Osmanlı sınırları içinde yeniden üretme işini nispeten iyi
beceriyorlardı.
Üstelik Osmanlıların
batıdaki teknolojileri değişimlerini özellikle askeri alanda takip ettiklerini bilmekle
beraber bunları Babürlüler ile Ming gibi Asyalı devletlerle paylaştığı da
bilinmektedir. Hindistan'da "Rumi" adıyla bilinen Türk tüfekçiler
bulunmakta ve Japon istilasına karşı Ming, Osmanlılardan transfer ettiği tüfek
teknolojisiyle mücadele etmiştir.
Rodos'un Fethi 1522 |
Osmanlı askerî örneği, 16. yüzyılın sonlarına değin
Rusya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde taklit edilen bir asker toplama ve
kaynak yaratma modeli olmuştu. Bu tarihten itibaren Osmanlılar ve Ruslar, batı
ve kuzeyden gelen orduların yarattığı baskılarla baş etmek zorunda kaldılar. Bu
noktada iki devlet, iki farklı yol tercih ederek iki farklı sonuca ulaştı.
Rusya, bilhassa I. Petro’nun önderliğinde, 18. yüzyılda her türlü acı toplumsal
bedeli ödemek pahasına otokratik bir askeri yönetime geçerek hızlı ve
istikrarlı bir modernleşme sürecine girmişti. Öte taraftan Osmanlı
hükümdarları, hanedanın gücünü yeniden ortaya koymak ve mutlakıyetçi bir
yönetime geçebilmek uğruna giriştikleri her teşebbüste, yeniçeri ve ulemanın da
içinde bulunduğu seçkinler muhalefeti tarafından durduruldu.
Osmanlı merkezî idaresi, 18. yüzyılda, Rus
hükümetinin cepheye sürebildiği büyüklükteki orduları tek başına toplayıp
donatabilme gücünü yitirmişti ve siyasî iktidarını asker celbinde kendisine
yardımcı olan mahallî ayanlarla paylaşmaya gönülsüzce rıza göstermişti. En
nihayetinde, Ivan Peresvetov, 16. yüzyılda, hükümdarı IV. Ivan’a (Korkunç İvan)
Osmanlı sultanı II. Mehmed’i örnek alınacak bir model olarak takdim ederken,
1732’de I. Mahmud’a askeri ıslahatlar hakkındaki fikirlerini sunan İbrahim
Müteferrika, bu kez Büyük Petro’nun reformlarının esas alınmasını salık
veriyordu.
Mohaç Savaşı 1526 |
Halil İnalcık’a göre tüm bu yapının değişmesi Osmanlılarda askeri 1593–1606 savaşları sırasında gerçekleşir, Macaristan
cephesinde yeni tarzda teşkil edilmiş olan Alman tüfekçi piyade birlikleri
karşısında sıkıntı çeken Osmanlı ordu yönetimi, çareyi vasıfsız gençleri
tüfekçi olarak orduya yazmakta bulmuştu. Bu amaçla İstanbul’dan yollanan
kapıkulu mensupları, ellerindeki fermanlara dayanarak reaya arasından sekban
bölükleri oluşturmaya başlamışlardı. Bu sekban birlikleri, Osmanlı
başkentindeki yeniçeri bölükleri model alınarak, bir bölükbaşının komutası
altında yaklaşık elli “yoldaş” tan mürekkep şekilde tanzim edilmişlerdi.
Sonuçta iş gücünün kırsal alanlardan çekilmesiyle ziraî üretim gerilediğinden
geleneksel Osmanlı düzeni çatırdamaya başlamıştı. İnalcık’ın bu tespitiyle, tam
da askerî devrim kuramının taraftarları gibi denklemi baş aşağı çevirip,
yoksullaşan köy nüfusunun yurtlarını terk etmediklerini, asker olmak için
yerini yurdunu terk edenlerin, uzun vadede sebep oldukları iktisadî karmaşa
yüzünden Osmanlı köyünü fakirleştirdiğini iddia eder. 16. yüzyılın son
çeyreğinden itibaren, durmaksızın artan sayıda reaya kökenli vasıfsız gencin
Osmanlı askerî teşkilatında kendilerine yer buldukları açıktır. Fakat bu
gelişmeyi, batı cephesinde yaşanan teknolojik değişimlerle ilişkilendirme
gereği yoktur.
Osmanlı
askerî teşkilatı, teknoloji üretimi, kaynak yönetimi ve ordu mobilizasyonu gibi
hususlarda batılı rakipleriyle aynı çetin dünyanın aslî bir parçasıydı. Dahası,
Osmanlı yönetim becerisinin, en azından 17. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı
ordularına sahada nispî bir lojistik ve iaşe üstünlüğü sağladığından
bahsedilebilirdi. Keza Osmanlı ordusunun etkin muharebe gücünün, yüce idealler
uğruna savaşan ve dinî bir fanatizmle hareket eden savaşçılardan kaynaklandığı
klişesi neredeyse bütünüyle terk edilmek üzeredir. Bunun yerine, Osmanlı sefer
ordularının saha performansını değerlendirmede, askerî birliklerin sultan veya
serdarla kurduğu kolektif ilişki, cephede motivasyonu yüksek tutmaya yarayan
ödüllendirme yöntemleri, bedenî cezalar ihtiva eden disiplin uygulamaları ve
Osmanlı merkeziyetçiliğinin bir tezahürü olarak ortaya çıkan düzenli
birliklerde geçerli yoldaşlık duygusu ikame edilmeye başlanmıştır. Osmanlı silah
sanayi üzerine yapılan incelemeler, Osmanlı yönetiminin, erken modern dönemde,
daha önceden farz edilen bağımlılık ilişkisinin aksine, yeterli sayı ve evsafta
silah ve mühimmatı kendi başına imal edebildiğini göstermiştir.
Bir Osmanlı tüfeği 16.yy |
Macaristan imparatorluk güçlerinin başında bulunan
Lazarus von Schwendi’nin Osmanlı tabur sistemini kendi birliklerine uygulatmaya
çalışmasına bakılırsa, Osmanlılar, temas halinde bulundukları askerî
yapıları olduğu gibi taklit etmekle yetinmeyip taktiksel formasyonlarını geliştirmek
için yenilikçi adımlar da atıyorlardı. Keza 1664 St. Gotthard muharebesinde,
ortadaki hareketli kaide sayesinde her yöne nişan almayı sağlayan dört tekerli
Osmanlı top arabaları Fransızların dikkatini çekmişti.
Osmanlıların sahra topçuluğunun kıymetini takdir
edemeyip saplantılı bir şekilde “dev top” lar üretmeye devam ettikleri yönündeki
şarkiyatçı yargının yıkılmasına önemli katkı sağlamıştır. Osmanlıların, en
azından 18. yüzyılın ortasına değin, top kalibrelerini standartlaştırma
hususunda pek girişken oldukları söylenemezdi; ama İspanya ve Venedik gibi
geleneksel Akdenizli güçlerin ortak derdi olan bu yetersizlik, Osmanlı
toplarını batılı emsalleriyle bir arada değerlendirmenin önünde engel değildi. Osmanlı
ordularının tek seçeneğinin bozkır savaş̧ usullerinden türetilen geleneksel
hilal formasyonları olmadığı, bu donemde yaşanan her savaşın esnek taktiksel
tercihlerden kaynaklanan kendine özgü̈ bir hikâyesi olduğu teslim edilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder